Bir girişimci, insanları sonu meçhul bir biyoteknoloji projesine milyarlar akıtmaya ikna edebilirken, bir doktor hastasını hayati bir aşıyı yaptırmaya ikna edemiyor. Bir siyasetçi zerre gerçekliği olmayan tezlerle kitleleri peşinden sürüklerken, aksini -hem de bilimsel dayanaklarıyla- sunan rakibi kimseye sözünü dinletemiyor. Neden?
Gündelik işlerimizden biri de başkalarını ikna etmek: Çocuğumuza öğretiyor, müşterilerimizi yönlendiriyor, hastalarımıza yol gösteriyor, dostlarımıza akıl veriyor, sosyal medyada takipçilerimizi bilgilendiriyoruz. Peki her gün yaptığımız bu işte ne kadar iyiyiz? Başkalarının fikrinden etkilenmemizde ya da kendi fikirlerimizle onları etkileyebilmemizde belirleyici olan ne?
Tali Sharot basit bir sorunun peşine takılıyor: Başkalarını dinlerken beynimizde neler oluyor? Önce, nöroloji ve psikoloji sahasındaki son çalışmalardan faydalanarak bu etkileme-etkilenme oyununda Taş Devri'nden beri pek fazla yol alamadığımızı ortaya koyuyor Sharot. Birinin fikir ya da davranışlarını değiştirmeye çalışırken seçtiğimiz yolların çoğu aslında beynin işletim sistemiyle uyumsuz. Sonra güzel haberi veriyor: Daha iyisi mümkün; beynimizin rolünü kavrayarak bu çift taraflı oyunda kartları yeniden dağıtabiliriz.
Son yüz bin yılda biz Sapiensler muazzam bir güce ulaştık. Ancak tüm keşiflerimize, icatlarımıza ve fetihlerimize rağmen bugün kendimizi yine de bir varoluş krizinin içinde bulduk. Dünya ekolojik çöküşün eşiğinde. Siyasi gerginlikler her geçen gün tırmanıyor. Yanlış bilgiler her yerde, her alanda hızla çoğalıyor. Üstelik bizi ortadan kaldırabilecek yeni bir bilgi ağına, yapay zeka çağına doğru son hızla ilerliyoruz. Başardığımız onca şeye rağmen, kendimize nasıl bu kadar zarar verebiliyoruz?
Neksus insanlık tarihine derinlemesine bir bakış atarak, bilgi akışının bizi bugünlere nasıl getirdiğini tartışıyor. Bizi Taş Devri'nden Kitabı Mukaddes'in kanonlaştırılmasına, matbaanın icadına, kitle iletişim araçlarının gelişimine ve son dönemlerde popülizmin yeniden doğuşuna tanıklık ettiren Harari, bilgiyle gerçek, bürokrasiyle mitoloji, bilgelikle otorite arasındaki karmaşık ilişkiyi sorgulamaya teşvik ediyor. Roma İmparatorluğu, Katolik Kilisesi ve Sovyetler Birliği gibi sistemlerin iyi ya da kötü, hedeflerine ulaşmak için bilgiyi nasıl kullandığını örneklerle inceliyor. Ve insandışı zekanın varlığımızı tehdit ettiği bu dönemde, her şey için çok geç olmadan neler yapabileceğimizi tartışıyor.
Deha ödüllü psikolog Angela Duckworth başarılı olmanın sırlarına dair yeni ve şaşırtıcı bulgular paylaşıyor. Yaptığı en son araştırmaların sonuçlarından yola çıkan Duckworth, yalnızca doğal yeteneklerine güvenmeyip "azim" denen özelliği uygulamaya dökerek harika işler başaran insanları örneklerle anlatıyor. Aynı zamanda herkesin daha azimli olmasını sağlamak için altı önemli etkene odaklanan bir azim formülü veriyor: ilgi, çaba, umut, sebat, amaç, tutku. İşte bu kitapta bulabileceklerinizden bazıları:
Dahi veya doğuştan yetenekli olmak mı, yoksa azimle gayret etmek mi başarıyı daha çok etkiler?
Toplum olarak bilinçaltımızda neden doğal yetenek yanlısıyız?
Başarılı olmak için ölesiye çalışmak mı gerekir?
Azmetmenin doğasına aykırı gibi görünse de neden gerektiği yerde pes edilmelidir?
Potansiyelimizi gerçekleştirmek için azimden nasıl faydalanabiliriz?
Spor, eğitim, sanat ve iş dünyası gibi çeşitli alanlarda birçok başarılı insanla röportaj yapan Duckworth, çok geniş bir kitleye hitap eden Azim kitabında, sırf deha ya da doğal yetenekle elde edilemeyecek büyüklükte başarılara ve mutluluğa ulaşmak için bilimsel verilere dayanan, etkisi kanıtlanmış bir yol sunuyor.
Kaynağını psikoloji ve davranış biliminden alan bu 33 yasanın özü, Bartlett'in her kıta ve yaş grubundan on binlerce kişiyle yaptığı araştırmaların bilgeliğine ve tabii ki, dünyanın en başarılı CEO'ları ve sektör liderleriyle yaptığı podcast sohbetlerinden edindiği derslere dayanıyor.
Bartlett bu öğrenimleri, güçlü görseller ve gerçek hayattan çarpıcı örnekler kullanarak, öz ve etkili bir anlatım ile herkese hitap eden kalıcı dersler şekilde sunuyor.
Bu kitap, büyük şeyler yapmanın ve büyük biri olmanın temel, değişmeyen yasaları hakkında. Bu yasalar, sektöründen veya mesleğinden bağımsız olarak herkes tarafından kullanılabilir. Bunlar mükemmeliyeti sağlayacak temel yasalar.
Bu yasalar, bugün olduğu gibi bundan 100 yıl sonra da geçerli olacak.
Bir CEO'nun Günlüğü iş hayatında cesur adımlar atmak, kişisel hedeflere ulaşmak ve geleceğin liderleri arasında yer almak isteyen herkes için vazgeçilmez bir kaynak.
2024 Women's Nonfiction Ödülü'nü kazanan Doppelganger, internetin aynalar dünyasındaki abartılı yansımaları, kaybolan gerçeklik hissinin yol açtığı baş dönmesini anlatıyor. Sosyal medyanın kör kuyularında saatler kaybeden, siyasetin günbegün kirlenmesini dert edinen kafa karışıklığı ve yılgınlık içindeki insanları bir an önce silkinmeye, birlik olmaya ve olumlu şeyler adına mücadeleye davet ediyor.
Naomi Klein tuhaf bir sorunla yüz yüze gelir: Kendisiyle aynı adı taşıyan ve fiziksel olarak ona benzeyen ancak büsbütün farklı düşüncelere sahip bir kadınla sürekli karıştırılmaktadır. Gittikçe büyüyen bu sorun karşısında yolunu kaybetme tehlikesi yaşayan yazar bir taraftan da şüpheli ikizinin takipçilerinin tehditleri ve aşağılamalarına maruz kalır. Kendini adeta tekinsiz bir "doppelganger" hikayesinin içinde bularak insanların kolayca aşırı uçlara gitmesi, kimliklerin giderek tutarsızlaşması ve bölünmesi üzerine düşünmeye başlar.
Böylece komplo teorilerinin havada uçuştuğu, sosyal medya fenomenlerinin nefret kusan aşırı sağ propagandacılarla birlikte saf tuttuğu, aşı-karşıtları ve demagogların ayna dünyalarında bulur kendini. Kanıksayıp bir parçası olduğumuz günümüz kültürünün üzerindeki örtüyü yavaş yavaş kaldıran Klein tarihin gerçeküstü bir anına tanıklık ettiğini fark eder. Bir yanda birer sanal marka haline gelmek için çırpınan, rekabetçiliğin, ayrımcılığın, iptal kültürünün katı bir bencilliğe sevk ettiği insanlar vardır. Bir yanda da yalanların daha da hızlı yayıldığı, her bir köşesinde demokrasinin ağır darbeler aldığı, iklim krizinin, savaşların hükmündeki bir dünya.
Sağlık söz konusu olduğunda "normal" dediğimiz şey nedir? Ya da normalleştirmek? Önceden anormal olan bir şey radarımıza yakalanmasın diye türettiğimiz bir şey midir normalleştirmek? Bu durumda normal, "burada görülecek bir şey yok, tüm sistemler sağlıklı bir şekilde çalışıyor, daha fazla araştırmaya gerek yok" anlamına geliyor. Oysa modern psikoterapi deyince tüm dünyada akla gelen ilk isimlerden biri olan Dr. Gabor Mate için durum hiç de böyle değil. Mate hakim "normal" algısının yanlış olduğunu, bu algının travma ve stresi, modern hayatın bedenlerimiz üzerindeki etkisini tamamen göz ardı ettiğini söylüyor. Tüm uzmanlığına ve teknolojik gelişmelere rağmen Batı tıbbı insanı bütünlüklü bir şekilde ele almada sık sık başarısızlığa uğruyor; bugünün kültürünün, bedeni nasıl strese soktuğunu görmezden geliyor, duygusal dengeyi hakir görüp bütün sorumluluğu bağışıklık sistemine yüklüyor. Gabor Mate, oğlu Daniel Mate ile yazdığı bu kitapta; karşılanmayan gelişimsel ihtiyaçların, stresin ve travmanın fizyolojik etkilerinin izini sürüyor, bizi hasta eden şeylerle ilgili efsaneleri çürütüyor, bireylerin marazları ile toplumun gittikçe azalan refahı arasındaki noktaları birleştiriyor, böylece ortaya sağlık ve iyileşme üzerine şefkatli bir rehber çıkıyor.
Bu kitabı okuduğunuzda bir süper öğrenen olarak ihtiyacınız olan her şeye sahip olacaksınız. Hepsinin ötesinde kitabı bitirdiğinizde bir süper öğrenen olarak kişiselleştirilmiş bir öğrenme stratejisi oluşturmanız için size bir yöntem önermiş olacağım. Etkili öğrenmenin herkese uygun, standart bir yöntemi yok. Eğer bir süper öğrenen olmak istiyorsanız kendi yolunuzu, kendi yönteminizi bulmalısınız...
Elma Yayınevi yeni kitabı Öğrenmeyi Öğren ile buluşuyor okurlarıyla. Bu kitapta, öğrenmenin ne olduğunu, beyinde öğrenmenin nasıl gerçekleştiğini, düşünmenin yapısını, öğrenme zihniyetini, öğrendiklerini etkili ve kalıcı bir şekilde hatırlamanın yollarını, öğrenme bilimine uygun not alma tekniklerini, öğrenme yanılgılarını ve yanlış öğrenme stratejilerini, en etkili öğrenme stratejilerini ve bu stratejilerle öğrenmede çevik olmayı okuyacaksınız.
İçinizde bilmediğiniz bir sanatçı vardır... Eğer biliyorsanız, evrenin başlangıcından beri biliyorsanız hemen evet deyin. -Mevlana Celaleddin Rumi- Her çocuk bir sanatçıdır. Sorun, büyüdükten sonra da sanatçı olarak kalabilmektir. -Pablo Picasso- Sanatın süreç olduğunu anımsayın. Süreç eğlenceli olmalıdır. "Tek varış vardır, o da yolculuğun kendisidir" sözü bizim için "Yaratıcı çalışmamız aslında zaman içinde kendini göstermekte olan yaratıcılığımızın kendisidir" şeklinde algılanmalıdır. Eğer yazarak, resim yaparak, şarkı söyleyerek, oyunculuk yaparak, yöneterek daha mutlu oluyorsanız Allah aşkına bunu yapın. Yaratan bizi yaratıcı yaptı. Yaratıcılığımız Tanrı’dan gelen bir hediyedir. Onu kullanarak biz de Tanrı’ya hediyemizi göndeririz. Yaratıcılığın merkezinde gizem vardır. Ve aynı zamanda şaşırtıcı şeyler. Yaratıcı olmak istiyorum dediğimiz zaman sıklıkla, üretken olabilmeyi istiyorum demeye çalışıyoruz. Yaratıcı olmak zaten üretici olmak demektir ama yaratıcı süreç ile işbirliği yaparak, onu zorlayarak değil. Fikir oluşturmak ekmek pişirmeye benzer. Bir fikrin kabarmaya ihtiyacı vardır. Eğer başta onu aşırı kurcalarsanız, sürekli kontrol ederseniz kabarmaz. Pişmekte olan bir ekmek veya bir kek, fırının karanlığında ve güvenli ortamında uzun süre kalmak durumundadır. Fırını zamanından önce açın, ekmek çöker veya kekin ortasında, tüm buhar kaçıp gittiği için bir delik oluşur. Yaratıcılığın saygın bir suskunluğa ihtiyacı vardır. En iyi fikirlerin bu şekilde çıktığı bir gerçektir. Bırakın onlar karanlık ve gizem içinde gelişsinler. Bilincimizin çatısında oluşsunlar. Sayfaya damlacık halinde düşsünler. Bu yavaş ve görünürde gelişigüzel damlamaya güvendiğimizde bir gün aniden "İşte, demek bu imiş!" diye şaşırabiliriz. Yaptığımız tüm sanat çıraklıktır. Sanatın büyüğü, yaşamdır. -M. C. Richards
İnsanlar her yeni gün pozitif olma baskısıyla karşı karşıya. "Güzel enerji eşittir güzel hayat" mottoları, "iyi tarafından bak" tavsiyeleri havada uçuşurken olumsuz kişileri tek mutluluk formülüyle susturmak mümkün: Gülümse geç! Hastalık, kayıp, ayrılık ve diğer zorluklarla karşı karşıya kalındığında bile gerçek duygular hakkında konuşmak, onları sindirerek zamanla daha iyi hissetmek için çok az fırsat var.
Peki olumlu olmak tüm sorunların çözümüyse neden çoğumuz endişeli, depresif ve tükenmiş haldeyiz?
Elinizdeki bu kitap, toksik olumlamanın kendimize ve ilişkilerimize ne kadar zarar verdiğini ortaya koyarken araştırmalardan ve danışan hikayelerinden besleniyor. Terapist Whitney Goodman'ın kaleme aldığı bu dürüst rehber, olumsuz duyguları deneyimlemenin ve onlarla başa çıkmanın etkili yollarını şefkatle sunuyor.
"Bu kitap, şükran defterinizi olabilecek en iyi şekilde doldurmanızı sağlayacak." −Stylist